Friday, October 3, 2008

kara kutu

Cevresini hep kuzey avrupadaki genis, yemyesil ovalara benzettigi bir yolun ustunde yuruyordu. Hani su goz alabildigince insanin gozunu oksayan goruntulere sahip, tek tuk, yabancilara hic de sicak gelmeyen bir iki ahsap binanin cevreye serpistirildigi cografyalardan. Az cok engebeli, cogu yol boyunca siralanmis, geri kalani da uzaklarda sikca serpistirilmis genis yaprakli, gur agaclarin yerlestigi cografyalardan. Sadece guzellikleriyle hatirladigi bu cografyada yurur bulmustu kendini. Fakat ne o agaclarin ustunde bir yesil iz vardi, ne de o yemyesil diye tanimlamaktan cekinmedigi ovada. Birkac ay oncesinden agaclar tum yesilliklerini yere birakmis, ruzgar onlari saga sola supurmus, ustune de beyaz bir ortu ortulmustu. Agaclar, ciplak gorunumunden pek de utanmayarak, beyaz ortuden olabildigince kendi ustlerine almaya cabaliyorlardi. Hava soguktu. Aksam saatleri yaklasmasina ragmen, kasvetli grisini koruyordu. Bir kac ay sonra akarsulari besleyerek dunyanin en buyuk dogal gurultusunu yaratacak bu beyaz ortu olabilecek en sessiz halde ortulmeye devam ediyordu. Genc adam bu mukemmel sessizligi hayranlikla dinlemesine ragmen, adimlariyla bozmakta oldugu mukemmel duzgunlukten sucluluk duyar gibiydi. Kendini doganin dogalligina kaptirmis, kendince kaldirimda cizgiye basmama oyunu oynuyor gibiydi. Normalde yol olmasi gereken, her iki tarafinda agaclarin dizildigi bosluktan ilerliyordu. Kirli sakalina yapisan kar tanelerini temizlerken usudugunu hissetti. Kaskolunu biraz daha sikistirdi, eldivenlerin yetmedigini dusunerek elini paltosunun cebine atti. Sag cebinde bir sey oldugunu hissetti. Ufak bir metal parcasiydi dokundugu. Ince eldiveninden sogugu hemen hissetmisti. Hatiralara daldi..

Yaklasik 1-2 yil oncesi olmaliydi. Calistigi is yerinde yeni gelenleri aldiklari buyukce bir odayi hatirliyordu. Herkese birer form dagitilmisti. O da formlarin doldurulmasini bekliyor, anlasilmayan yerlerde yardimci olmaya calisiyor, gelen sorulari cevapliyordu. Biraz ilerki siralarda siyah bir cift goz dikkatini cekti. Tedirginlikle ozguven karisimi bir his yayan bu yuvarlaklar ondan da yardim istemisti. Biraz sonra geriye donerken aklinda bir soru isareti kalmisti. Bu karisima baska birseyler daha katilmisti sanki. Onlari merak ediyordu. Simdilik sustu. Merakini bir kenara koydu.

Botlarinin kenarindaki dikislerden bir miktar kar eriyip iceriye su olarak sizmisti. Bir an once sicak bir ortama girmesi gerektigini dusunuyordu. Sol eliyle beresini cikartip bir silkelemek istedi. Artik karlar sacindaki tek tuk beyazlara eslik etmeye baslayacakti. Bir yandan da sag eliyle dokundugu metal parcasini iki parmagiyla kavradi. Ince uzun, tirtikli birseydi bu. Tekrar gecmiste kayboldu.

Serin bir aksam saatiydi. Is cikisi bir arkadasiyla bulusup yemege gitme planlari vardi. Disari cikarken ceketini alip omzuna atti. Kis gelmeden once olabildigince tasimamaya cabaliyordu boylesine bir ciddiyeti ustunde. Kravatini da hafif gevsetmis serin ve temiz havayi derin derin icine cekerek arabasina dogru ilerliyordu. Bir is gununun daha turlu gurultulerinden ariniyordu yavastan. Birden sert bir ruzgar esmeye basladi. Urpermeye basladigini hissetti. Tam ruzgara teslim olup elini ceketine attigi an karsidan yaklasan birini gordu. Siyah agirlikli bu kisi bir cift siyah yuvarlak sahibiyle ayni kisiye benziyordu. Uzagi gormekte zorlanan gozler ayrintilari secemiyordu. Tam gecisirken bir cift siyah yuvarlagin altinda bir gulumseme gordu. Ona kendi gulumsemesiyle karsilik verdi. Biraz sonra ceketini arabasinin arka koltuguna firlatti. Hala gulumsuyordu. Sol tarafinda serit cizgileri hizlica kayiyordu. Hala gulumsuyordu. Arkadasiyla bulustu. Anlattiklarina dikkat etmeye calisiyordu. Bir taraftan da anlatilanlarin arkadasi icin nasil bu kadar onemli olabilecegini kavramaya calisiyordu. Kendine inandiramiyordu bir turlu. Yine gulumsuyordu. 

Yurumeye devam ediyordu. Oldukca zaman gecmisti. Ustundeki tum bulutlari kaldirsa muhtemelen yine gunesi goremeyeceginin farkindaydi. Ona ragmen gokyuzune karanliktan ziyade tum ovanin beyazligiyla beslenen bir gri hakimdi. Saclari, sakali ve siyah paltosuna eslik eden karlar onu da gokyuzune katmisti. Saatler aksami gosterirken, renkler tamamen griye donusmustu bu buyuk ovada. Saatlerin yorgunlugu ve sogugundan adimlarini suursuzca atmaya baslamisti. Neden bu yolda, bu yone dogru yuruyor aklindan hic gecirmiyordu ki sag elindeki cismi adam akilli kavradi bir an. Hersey tekrar yerine oturdu zihninde. Sag cebindeki bu ufak tirtikli metal parcasi bir anahtardi. Hatiralardan hevesini alamamisti.

Pek cok defa daha karsilasti onunla. Yine hafiften gulumsuyordu. Bazi sozler, bazi muzikler duyuyordu o yonden. Kulak kabartiyordu her defasinda. Ayrintisini ogrenmek istiyordu. Cok merak ediyordu.. anlattilan hikaye, soylenen sarki sozleri, o soru isaretleri, o tedirginlik, o utangaclik neydi. Herseyden cok neden bu gulumsemeyi durduramiyordu? Tum meraklarini bir kenara koydu yine. 

Gece kendini renkten ziyade sogukluguyla hissettiriyordu. Kar yagisi ayni sessizliginde devam ediyordu. Saclari tamamen beyaza burunmusken, her goz kirptiginda kirpiklerine takilan kar taneleriyle goz goze geliyordu. Kulaklari nerdeyse buz tutmustu. Butun vucuduyla artik bir kardan adam siluetine burunmustu. Artik bir an once hedefine ulasmak istiyordu. Anahtari cebinden cikardi. Bir goz atti. Sonra ileriye yolun sonuna dogru cevirdi bakislarini. Siyah bir sey goruyordu karlarin arasinda. Gecmisten bir iki cumleye dogru yol aldi tekrar:

Kapi acildi.
- Bir sey sorabilir miyim?
- Tabi.. 
Kapi kapandi.

Uzaktaki siyahliga gitgide yaklasiyordu. Bu cisim bir sandiktan biraz kucuk diktorgenler prizmasi seklinde bir kutuydu. Ne kadar kar yagarsa yagsin o hep karlarin ustunde bir siyahlik olarak duruyordu. O bir "kara kutu"ydu. Icinde pek cok soru isareti olan, butun meraklarin icine konuldugu, sonra da icindeki rengi disina vuran esrarengiz bir cisimdi. Bu yuzden karlarin altinda kaybolmuyordu. Bu tamamen kendi eseriydi. Butun soru isaretlerini, hikayeleri, sarkilari oraya yerlestirmis, simdi de eline bir anahtar almis ona dogru gidiyordu. Anahtara bir kez daha goz atti. Yine gulumsemeye basladi. Onu nasil yarattigini hatirlamisti:

Karsidan karsiya gecmek icin bir vapura binmisti. Ust katlarda deniz kenarindaki bir koltuga oturdu. Denize dogru bakiyordu hic kafasini cevirmeden. Denizin tuzlu kokusunu hafiften hissediyordu. Yaninda kimse yoktu. Bir hayal kurdu:
Kapi acildi.
- Bir sey sorabilir miyim?
- Peki ben bir sey sorabilir miyim?

Kapi kapanmamisti henuz. Kara kutuya son eklenen sey bu sorunun cevabiydi. Birkac dakika sonra onun onune geldi. Egildi. Kaskolunu cozdu. Eldivenlerini cikardi cebine koydu. Kutuyu saga sola dogru salladi biraz. Epey agir bir seye benziyordu. Anahtar deligini buldu. Oldukca genis bir anahtar icin yapilmis olan bir kilitti bu. Anahtari cebinden cikardi. Yerli yerine oturacak gibi gozukuyordu. 

Anahtari delige sokmaya calisti. Fazla ilerlemiyordu. Anahtari cikarip delige derinlemesine bir goz atti. Ici kar taneleriyle dolmustu. Kutuyu cevirip sallamayi denedi. Hic birsey degismemisti. Ici tamamen buzlasmisti. O hirsla anahtari alip birkac kere daha zorlamayi denedi. Olmuyordu. Kutuyu kaldirmayi denedi. Belki eve kadar gotururse sicakta tekrar deneyebilirdi. Kutu cok agirdi. Yorgun ve usumustu. Yapamayacagini anladi. Kutuyu tekrar yere birakti ve yanina dogru karlara uzandi. Gokyuzune bakiyordu. Gozleri cakmak cakmak olmustu. 

Birkac dakika dusuncesiz ve kayitsiz kaldi. "Hayat ne tuhaf.." diye mirildandi birkac kez. Kizgindi  kendisine. Gec kaldigini dusundu. Sonra da gucsuz kaldigini. El yapimi anahtarini deneyememisti bile! Sonra da sucu kendisinden alip hayata atar bir tavirla yine "Hayat ne tuhaf.." diye mirildandi tekrar. Bindigi vapuru hatirladi birkez daha. Kuskun bir surat ifadesiyle ayaga kalkti. Anahtari yaratan sozcukleri hatirladi birkez daha. Sonra anahtari alip var gucuyle ileriye firlatti. Ovanin bilinmeyen bir yerinde karlar arasinda yerini almisti. Merak ettigi seyleri hatirladi birkez daha. Secimini yapmisti. Kara kutuya arkasini dondu. Yurumeye basladi. Bir daha da arkasina bakmadi.

----

Yillar sonrasi sicak bir yaz gunu aksami is cikisi arabasiyla evinin yolundaydi. Radyoda hic duymadigi bir sarki calmaya basladi. Bir adam dunyadaki en iddiali sarki sozlerini, yumusak sesiyle birlestirerek tuhaf bir sarki yapmisti. O sesi hatirlar gibi oldu. Sarkinin sihri icine islemeye basladi. Tamamen saf bir mutluluk duyuyordu. Sarkinin icinde kaybolmustu.

Birkac dakika sonra evine geldi. Arabayi parketti. Kapiyi acti. Tam adimini atacagi yerde bir tane anahtar duruyordu. Birkac saniye boyunca kayitsiz kaldi. Kararini vermisti. Anahtari yerden aldi ve sag cebine koydu. Yine gulumsuyordu. 

Radiohead - Videotape
-----

Monday, July 21, 2008

bir sey gordum

Bir sey gordum. Altinda yazilar var...

Kutuphanelerde yanyana dizilmis onlarca kitap, ustuste yigilmis eski gazeteler, hergun en az bir kere girdigimiz internet siteleri... Hayat arka arkaya yigilmis binlerce kelime ve harf yigini midir?

Hayat sozlukte okudugumuz komik bir entry midir? Gazetede gordugumuz guzel kadinin magazinsel iliskisi midir? Facebooktaki bir duvar yazisi midir? Bir msn iletisi midir? Bilmem kac saat/gun sonra okuduk yazilanlari. Yazan kisinin heyecani kalmis mi dersiniz? Hayat biraz geride kalmadi mi sanki?

Hayat bir mektupta yazilanlar midir? El yazisiyla yazilmis, rengarenk bir zarftan cikmis veya tamamen calakalem yazilmis? Hepsi de ayni elveda sozcukleriyle bitmiyor, kapali bir zarftan cikmiyor mu?

Cok sevdigimiz filmin 45. dakikasindaki o diyalogun alt yazisi midir? Ayarlariyla oynamadiktan sonra hep ayni sahnede gozunuze carpacak olan hep ayni sonla biten filmin o efsane replikleri midir? Yoksa sevgiliye atilan son mail midir? veya mesaj midir? Ne olursa olsun kendini son olmaktan kurtaramayacak o kelimeler butunu mudur?

Onlar birer arac degil midir hayati anlatmaya calistigimiz? Hayatin birer etkisiz elemani.

Bir sey gordum. Agzimi acip birseyler soylemeyi denedim...

Hayat agzini acip birseyler soylemek midir?

Kekeme bir dostunuz gunun onemli konusmasini yapacaktir. Butun herkes ona dikkat kesilmis, yapabilecek mi diye pur dikkat dinlemektedir. Isler hic fena gitmiyorken, birden bir sozcukte takilir dostunuz. Saniyeler gectikce cevrenin dikkati daha da yogunlasir, stres arttikca daha da zorlasir o sozcuk. O harflerin dogru diziliminden ote daha farkli bir seye ihtiyaci vardir dostunuzun. Sadece sicak bir dost eli diyebilirim. Sonra hersey yoluna girer. Gozlerinizle gorursunuz.

Son sozcukleri bir mahkumu kurtariyor mi acaba? Tum hayatini bize son bir kac kelimesinde anlatabiliyor mu? Tartisan bir cift insana sadece sozcukleri yeterli olur mu anlasmalari icin? Sozcukleri haricindeki hayatlarini birbirleriyle yaristirmasalar sozcukler neden yeterli olmasin ki? Guzel bir sarkinin radyoda dinlerken algiladigimiz sozcuklerinin, ilk bestelendigi an hissettirdikleriyle ne alakasi olabilir? Hayat nereye saklandi bu kadar soru isaretinden korkarak?

Disariya haykirdigimiz sozlerde degil de iceriye mirilindandigimiz sozlerde olmasin? Mahkumun kendine soyledigi son cumlede veya, bestelenen ilk sozuklerde birer parca hayat yok mudur iceriye veya disariya giden?

Bir sey gordum. Altinda yazilar var. Agzimi acip birseyler soylemeyi denedim.. Olmadi.. Hayati nereye sakladim o an daha iyi anladim.

Ne olursa olsun dudaklarim hep kapaliydi. Mahkumun da oyleydi, bestekarin da.. Once kendi icimize konustuk uzun bir sure. Kimi zaman, garipsedik, kimi zaman tukendik veya mutluyduk. Ne olursa olsun aralamak ihtiyaci bile hissetmedik. Sonra onumuze baktik. Goz goze geldiklerimiz bir miktar hayatimizi caldilar. Anlamayanlar ise karanlikta kayboldu..

Coldplay - Gravity

Tuesday, June 24, 2008

bir yaz gecesi

Masanin ustunde duran gunes gozlugunun caminda hareketli bir goruntu. Gunun yorgunluguyla artik yatma vaktini isaret eden gozler bu goruntuye dalmis, sorgulamasini bile yapmadan zevkle onu takip ediyor. Ortaligi bir serin esinti alip goturuyor. Dalginlik aninda kucuk bir aniya daliyor gozluk sahibi. Eskilerden, serin bir bahar gecesi diyelim. Fermuarini cekip, bir kere daha korkak kirpiyle gozgoze geliyor, sevgililere el salliyor. Serin esinti biraz sonra eve donmesi gereken bu adami uyandiriyor. Kafasini kaldirip yukari bakiyor. Ustunde donmekte olan pervaneyi farkediyor. Ipini cekiyor. Pervane duruyor, serinlik sona eriyor. Gunes gozlugunu cebine atip kapiya dogru ilerliyor.

Kapi acildigi an yuze vuran sicak hava ruzgari gomleginden bir dugme daha acmaya zorluyor. Eller yine cebe giriyor. Kendisini evine goturecek yolun kaldirimina atiyor kendisini. Bir bahar gecesi yolundan daha karanlik, daha urkutucu ve daha serseri bir yol bu. Huzurun ulkesi icindeki huzursuzluk bu olsa gerek diye dusunuyor. Gokyuzunde yildizlari yokluyor. Boylesi acik havada bir tanesini bile gorememis olmasinin nedenlerini yoklamiyor. Kendince birbiri ardina tezatlar yaratip gulumsuyor, onune donuyor.

Bir insaatin yanindan geciyor. Tel orgulerin ustundeki onlarca reklam tabelasinin arkasinda kocaman tirlar, buyuk vincler gorunuyor. Ne kadar da buyuk ne kadar da guclu gozukuyorlar! Reklam tabelalari da bas bas bagiriyor: "Biz en iyisiyiz!! Bizi secmelisiniz!" . Karanlikta ne olduklari belli olmayan buyuk metal parcalari insaatin ortasinda ust uste yigilmis ufak bir tepe olusturmuslar, ertesi sabah kendilerini yerinden oynatacak vinci bekliyorlar. Goruntu aslinda bir seyi animsatiyor sanki? Cok buyuk, cok guclu gozuken, hep ayni seyleri haykiran bir sey. Eseri de yer yuzunde metal yiginlari, roketler roket yiginlari ustune.

Cirkin metal yiginlarindan uzaklasip biraz daha iddiasiz bir kismina geliyor yolun. Insanlar yolun sagina soluna iklime aykiri bicimde genis ve igne yaprakli agaclarini yerlestirmisler. Irili ufakli agaclar arasindan gecerken o yolun eskilerdeki gibi serin bir ruzgar estirmesini temenni ediyor. Uzaktan muzik gurultuleri yaklasiyor. Birazdan cevredeki bitkilerin kokusuna insan urunu baska otlarin kokusu da karisiyor. Tuhaf bir bisikletli cocuk geciyor yanindan. Muzigin geldigi yone dogru kivriliyor, gozden kayboluyor.

Pek serin denemeyecek ilik bir ruzgar hissediyor. Onun esliginde gokyuzunun gece mavisine upuzun palmiyeleri yerlestiriyor. Palmiyeler yurudukce, saga sola sacilmis, sivri dallariyla kirpi misali gokyuzunde bir asagi bir yukari hareket ediyorlar. Benzetmesine yerdeki kaktusleri ilistirince bir kere daha gulumsemesine engel olamiyor. Ruzgar palmiyeleri bir saga bir sola salliyor. Fondaki gece mavisiyle, palmiyelerin mavi ustune siyah golgesini ve burnunda hissetmeyi umdugu serin ruzgari birlestiriyor. Mavi-siyah serinlik adini verdigi akimda kendini yavas yavas bulurken kirmizi bir renkle burun buruna geliyor. Stop isaretinin onunde durmasi mi gerekiyor? Kendisi duruyor, akli durmuyor. Yapay katkili doga kokusunu icine cekiyor. Biraz daha bu ani yasayabilmek icin bir sure bekliyor.  Kisa bir sure sonra yoluna devam ediyor.

Evine ulastiginda karanligi bozmaya kiyamiyor. Icerideki odadaki hoparlorden gelen mavi isigi takip ediyor. Gozlugu cebinden cikariyor masaya koyuyor. Mavi-siyahin yaninda eksikligini hissedecegi serinligi gercekten hissettigini farkediyor. Yukari bakiyor. Kendini saatlerdir calisan pervanenin altinda buluyor. Ipini cekmeden masasina oturuyor. Yapay serinligin keyfini cikararak yapay kokularin icindeki hikayesini anlatmak icin dosyalarini karistiriyor. Karalamaya basliyor. Karaladikca yapaylar siliniyor, figurler dogallasiyor. Sonunda kabul ediyor: Yaratani nefes aldikca, hikayeler hep dogal yaziliyor.

Radiohead - Buletproof I Wish I Was ...
Godspeed You Black Emperor! - Rockets Fall on Rockets Falls

Thursday, May 22, 2008

"s"ehrin "f"isiltilari

Hayatimizda yer edinmis agaclar, binalar, yollar, tabelalar dusunun...

Sonbaharda ustune dokulmus sari yapraklari ezerek yurumeye calistigimiz kaldirimlari; kisin elleri olabildigince cepten cikarmamaya calistigimiz huzurlu ev yolunu; baharinda sevgiliyle bulusacagimiz, yuzdeki hic durmayan gulumsemeyle ozdeslesen tuhaf adresleri; hep kafalara bir seyler sokmaya calisan tek yon tabelalarini akliniza getirin.. Hepsini bir araya getirdigimiz anda ortaya cikan tek bir sehrin uzun hikayesi degil midir bizlere anlatilmaya calisilan?

Oraya ulastigim an tum bu hislerimden arindigimi hissettim. O adresin daha dogrusu o sehrin, benim icin cok hissiz ve temiz olduguna inandim. Sadece kulaktan dolma bilgilerle sagima soluma bir goz attim. Amacim sadece tahmin ettigim o dar sokaklara suzulebilecek, park konusunda zorluk yaratmayacak hepimizi tasiyabilecek kucuk bir arkadasti. Bulustugum an kendim verdim o yuvarlaga, ve ustunden gozume carpan tum ayrintilara.

Gokdelenlerin ust katlari bulutlarla kapli, asagisi cok berrak.. Gunduzleri columuzden bir alinti gibisinden sicak, geceleri disleri birbirine vurdurabilecek kadar soguk. Bu hizli gecisi bir saat once terden islanmis olan tshirtumle disari ciktigimda cok daha yakindan hissediyorum. Donmamak icin hemen bir magazaya kosturuyorum. Ciktigimda sehrin fisiltilarini teker teker duymaya basliyorum.

Gece siyahinin gokdelenlerin tepelerinde griyle karistigi noktanin yuksekligi oldukca urpertici. Gokdelenlerin arasinda gecenin bu saatinde yuruyen insanlar.. onlarin da yakinlarda bir evi, bir arabasi, ilgilerini sunduklari baska insanlar olabilecegi dusuncesi.. cok yabanci. Asagi kadar inmis sisin, kirli gozluk camlariyla birlesip meydana getirdigi bulanik goruntu icinde kirmizi bir isik, bir siren sesine karismis yaklasiyor. Sehrin icinden gelip sehrin tum fisiltilarini bastiran, aci bir siren sesi bu. Arabalarin hepsi saga cekiyor. Kirmizi isik bir itfaiye araci gorunumunde onumuzden var hiziyla geciyor bir miktar cadde suyundan ustumuze sicratarak. Kirmizi isigin caddelere sactigi huzne ragmen, yanan seyin cansiz oldugunu umut ediyorum. Tedirgin bir bakis attigimi hatirliyorum.

Sokaklardan yukselen caz gurultuleri, icinde yasadigi sehrin yerine soz almis, adeta "Benim de ruhum var" diye haykiriyor. Amerika'nin icinde aykiri sayilabilecek bu davranisa dogu-bati dogrultusundaki caddelerin yokus halinde olmasi da eklenince ortaya tamamen farkli bir goruntu cikiyor. Neden sorusuna ise "deniz" yanitini vermeye cekiniyorum. Cunku bu bir deniz degil, okyanus. Hatta en buyugunden! Her ne olursa olsun bu tuzlu su birkintilerinin icimize aykirilik isledigine, ruh enjekte ettigine bir kere daha tanik oluyorum. Biraz sonra caz seslerinin arasindan firlamis aykiri bir saksafon sesiyle irkiliyorum. Sesin sahibine yaklasirken birkac evsizin daha bozukluk istegini gormezden geliyorum. 4lu bir kavsagin bir kosesinde ayaktaki bu muzisyen icini sokaklara dokuyor her saniye. Icinden cikan ise baska bir huzunlu melodi, baska bir fisilti benim icin. Ruhunu caldigi sokaklarin az once gormezden geldigim insanlarin evi oldugunu dusununce sogugu biraz daha yakin hissediyorum icimde. Yanina oturup huzne ortak olmak istiyorum. Orada oylece kalmak istiyorum.

Gecenin gec bir saati, sokaklarda sahipleri haricinde pek kimsecikler kalmamis. Donus yolunda uzun bir yokus inmek zorundayiz. Biraz onumuzde bir adam yokus asagi alisveris arabasina benzer gorunumlu tekerlekli bir aracla asagi dogru ilerliyor. Tuhaf aracin arka tekerlekleri cikti cikacak, yalpalayarak donuyorlar. Cikan ince gicirti sesi caddeye yayiliyor, sehrin son fisiltisi olarak aklimda yerini aliyor. Diger evsizlere benzer giyimli bu adam, gecenin 2'sinde bir sekilde bu caddeden asagi inmesi gerektigine ve elinde tuttugu o tekerlekli araci tek sahip oldugu varlik olduguna inaniyor. Dunyadan habersiz, magaza duvarlarina surterek asagi dogru ilerliyor. 20 yasindayken nasil biri oldugunu, tanriya inanip inanmadigini veya neden o araci tasidigini sorsam ne cevap verir diye dusunuyorum. Cok da merak ediyorum aslinda. Karsidan karsiya gecerken yanyana geliyoruz. Tedirgin bakislarimi yonlendirdigim anda kirmizi isiga hic aldirmadigini farkediyorum. Yine uzaklasmaya basliyor. Biraz sonra kaldirma carpiyor arabasini. Daha zor bir gorev onu bekliyor.

Labradford - Pico

Saturday, May 10, 2008

hey sen!

Sadece kucuk birsey istemistim.. Ama kocamanmis. Icime sigmadi..



Coldplay - Brothers and Sisters

Thursday, April 17, 2008

bir simariklik oykusu

Iyimserlik ruzgarlarinin artik eskisi kadar esmedigini dusunuyor, her kirilgan gibi "baska turlu bir sey" istedigine inaniyordu. Sol tarafinda duran "kucuk prens"le gozgoze geldi. Oldu olasi saclarina ozendigi bu kucuk adam, sol elini istemsizce sacina kadar goturtmustu. Sag eliyle de once kirilgan istegini belirten sarkiyi fon muzigi olarak secti, sonra vakti zamaninda bilgisayarina indirdigi o dosyayi acti ve okumaya basladi. Bu kadar tesaduf bir bunye icin cok fazlaydi! Kulagina "yeni turku"ler soyleyecek adam o olmaliydi.

Sogugun aslinda serin oldugunu iddia edenle iliga sicak diyen iki bireyin veya iki inatci kecinin diyelim, gulunc tartismalari geldi aklina: 67 tane sayiyi toplayamaz biri. Digeri kalemi elinden alir.. Elde var "sifir".. ve diger elde de bir kurabiye!.. Toplama islemi hic bu kadar eglenceli olmamisti!

Dusundukce hikayelerin ortak noktalarini cikarmaya basladi: Kirmizi koltuk karsidan pek rahat gorunur. Ustunde de bir simarik oturur. Karsidaki bilmez ki koltugun guzelligidir aradaki tek fark, Oturan anlar ki hikayeler birbirinin cok benzeridir.

Yasadikca tesaduflerden korkmaya basladi. Kizgin oldugu tanrinin rassal degiskenlerinin yine kendine bir oyun oynamakta oldugunu dusundu. Sonradan onlara da hak verdi. Benzer girdiler icin sonuclar ancak bu sekilde birbirine baglanabilirdi..

"Iyimser" olani sevdi. Her zaman oldugu gibi.

Yeni Turku - Baska Turlu bir sey

Tuesday, March 18, 2008

kaktus ve kirpi

Upuzun bir yoldan gelmistir. Kavurucu ogle sicaginda golgesinin goremeyecegi kadar kuculdugunu, arkasindaki kum dalgalarinin yarattigi kucucuk ayak izlerini hemen yokettigini gorur. Arkasina uzanip bir kere daha goz attiginda karsisindaki cografya kendisine tamamen yabanci gelir. Bu ucsuz bucaksiz colde fazlasiyla yorulmus, terlemis ve susamis oldugunu anlar ki o anda tirmanmakta oldugu tepenin ustunde kocaman bir kaktus farkeder. Gunes isiklari ne kadar dik gelirse gelsin oylesi bir kaktusun bir miktar golgesi vardir diye dusunur. Hizlica o yone dogru ilerlemeye baslar kirpi.

Kaktus yanina yaklasan bu ufak misafiri gorunce gulumser. Uzun zamandir onun yanina pek ugrayan olmamistir. Konusmak icin belli ki sabirsizdir. Gulumseyerek:
- Ogle saatlerinde golgeler cok cekici oluyor sanirim.
- Hic sorma! Biraz burda otursam sakinca....
- Tabiki olmaz..

Saatler suren muhabbetin baslangici olmustur bu cumleler. Binbir turlu yirtici kusu, zehirli yilani, ve daha pek cok karni ac col hayvanini saymazsak goz alabildigince issiz bir cografya icinde oldukca uyumlu gozuken bir ikilidir bu. Belli ki ikisinin de susadiklari tek birsey yoktur. Muhabbet pek cok seyden daha tatli gelir gunler suren yalnizliktan sonra.

Derken merak ettigi noktaya giris yapar kaktus:
- Anlat bakalim hangi ruzgar atti seni buralara? Bu colde kimin ne isi olur?
Kirpinin yuzunde tedirgin bir ifade belirir.
- Nasil anlatsam ki.. Aslinda benim yasadigim yerler su karsiki yuksek daglarin yamaclari. Bizim oralar bu kadar sicak degildir ama bilirim col sicagini da. Bir gun zirveye ciktigimda col icinde cok uzaklarda bir vaha gordum. Sonradan soylenenler aklima geldi. Col icinde bir vaha varmis. Aslinda ufacik bir ormanmis. Her cesit canlinin ugrak yeri, en guzel pinarlarin dogdugu, gunesin batisinin en guzel izlendigi yermis. Oraya ulasmak istiyorum.
- Yani.. Ne olup ne olmadigini bilmedigin birsey icin yerini terkediyorsun? Bunca yol tepiyorsun..?
Kirpi ayni cumleyi bir kere daha duymus olmaktan sikilmis, yuzunu burusturarak kizgin ve tedirgin bir ifadeyle:
- Evet ama nolucak ki? Bilirim ben col sicagi bana koymaz. Hem sansimi denemek istiyorum.. Hem birsey bulamazsam.... Donerim evime!!

Kaktus anlamistir kirpinin tedirginliginin sebebini. Birden icine bir huzun oturur. Kirpinin icindeki umut isiginin parlakligi kadar agir bir huzundur bu. Anlasilan odur ki boylesi bir umut onu rahatsiz etmis, gecmisinden kalan bazi dikenler o anda icine batmislardir. Kirpinin hevesini bozmak istemeden bir yandan ona ogut verircesine soze baslar:
- Anliyorum dostum.. Bak sana ne dicem. Biz aslinda birbirimize cok benziyoruz, tek bir nokta haricinde..
Kirpi bu lafin ustune birden keyiflenir. Gulmesine engel olmamaz:
- Hahaha evet ikimiz de pek yanimiza yaklastirmayanlardaniz.
- Evet. Peki neden hic dusundun mu?
Kirpi soruyu anlamsiz bulurcasina kafasini saga sola sallar. Kaktus cevap alamayinca kendi devam eder.
- Ikimiz de pek yanimiza yaklastirmayan cinsteniz. Bu dikenleri kapatacak halimiz yok ya!. Birsey istiyorsak pesinden biz gitmeliyiz. Onun icin umut etmeliyiz. Ona ulasip biz elde etmeliyiz.
- Sen de mi...?.?
Kaktus derin bir yutkunur.
- Evet ben de senin gibiyim.. veya gibiydim.... Iste o tek nokta bizim farkimiz. Sen hala gidebilirsin umuduna dogru. Ama ben burdayim. Hayatimin sonuna kadar burda kalacagim..
Kirpi muhabbetin basindan bu yana gelen tum sert tepkilerini bir kenara koyar. Derin dusuncelere dalarak kaktusun gozlerine bakar. Ne olup ne bittigini sormak konusunda hic cesareti yoktur. Zaten duymak konusunda pek hevesli de degildir. Anlamistir ki yok olup giden bir umudun hikayesidir bu derin yutkunma. Gozlerini asagi dogru kaydirir.

Kaktus dostunun hevesinin kirildigini farkeder. Bir kac saniyelik bir sessizlik ardindan toparlamak icin lafa girer:
- Soyle bakalim senin su kucuk ormanin ne tarafta kaliyor? Buralardan biraz daha uzansam gorebilirim belki.
Kirpi cani sikkin bir sekilde parmagiyla bir yonu gosterir. Kaktus boyunun uzunlugunun getirdigi avantajla tepeden o yone dogru goz suzer. Uzaklarda ufka dogru bir karalti gorur. Uzaklarda bir sisin icinde bir kac tane kaktusun siluetini gorur. Tum gordugu bunlardan ibarettir. Icinden “Umarim yanlis goruyorum” diye gecirir. Ote yandan bozuntuya vermek istemez:
- Hmmmm.. Ufukta birseyler var ama? Evet sanirim bir orman.. Kaktusler var.. Agaclar var cok secemiyorum ama..? Guzel bir yere benziyor..
Kirpinin ustundeki agirligi atip saf umuduna donmesi fazla uzun surmez. Heyecanla:
- Gercekten goruyorsun???
- Evet evet var orda birseyler..
Kirpi kaktusun bu gecistirici cevabindan tedirgin olur usteler:
- Eminsin di mi..?
Kaktus durumu toparlamak icin hemen bir care bulur:
- Evet evet sanirim guzel bir yer orasi. En azindan oyle gozukuyor buradan.. Hem bak simdi. Kac yildir su yasadigim tepeye bir damla yagmur dusmedi. Nasil susadim anlatamam. Oraya ulasirsan su bahsettigin pinarlarin suyundan bana biraz getireceksin. Unutma ama cok getirmene gerek yok. Bana biraz yeterlidir.
- Tabiki dostum.. Sen yeter ki iste. Peki o zaman ben fazla beklemiyim sabaha karsi cikayim yola.
- Nasil istersen..

Kisa bir sure sonra gunes batar ve kirpi derin bir uykuya dalar uzun zamandan sonra dost bir siginak bulmus olmanin huzuruyla. Kaktus ise kirpi uyur uyumaz kendi kendine kalir, dusuncelere dalar. Zamaninda ne kadar kolay “Bulamazsam.. donerim evime..” cumlesini sarfettigini hatirlar. Umutlarini bogazindaki derin yutkunmalarda, coldeki herhangi bir noktaya kenetlenmis saniyeler suren durgun bakislarinda hissettigini farkeder. Dibinde uyumakta olan arkadasina goz gezdirir. “Umarim yanlis gordum” diye bir kere daha gecirir icinden. Uydurdugu su getirme ricasini aklina getirir. Kendisini tuhaf hisseder. Sonra kendine ne yapmasi gerektigini sorar. Ne gordugunu gercekten soylemeli midir? Bu cozum kirpinin umudunu azaltacaktir ama bitirmeyecektir diye dusunur. Hem ya yanlis gorduyse? Sonunda inanir ki tek cozum dostunun yoluna devam etmesidir. Birsey yoksa eger kendi gozleriyle gorecektir. Umudunu tamamen yitirecektir. Kaktuse de sadece beklemek dusecektir.

Sabaha karsi kirpi uyanir. Gunesin dogusunun baska anlamlari vardir onun icin su an. Hic bu kadar umutlu bir sabahi olmamistir. Yola dusmek icin sabirsizdir. Dostuyla vedalasir. Kaktus son olarak icinden gelen cumleye engel olamaz:
- Dostum.. Ne olursa olsun...
- ... Evet??
- Burdayim...
- Anliyorum....

Artik sirtini kaktuse donmenin vakti gelmistir. Yeni yolunda attigi ilk adimlariyla beraber o artik
yolunda yalniz bir asik,
colde bir su damlasi icin
garip bir goreve atanmis
yalniz bir yabanci gibidir.

Kaktus son mesajini iletebilmis olmaktan biraz olsun huzur duyuyorken kirpi gunun en serin kumlarini havaya kaldiran ilk adimlarini atar. Kucuk siyah nokta sigindigi buyuk siyah golgenin disina cikar. Gitgide uzaklasir.

Sicak kendini yavas yavas hissettirmeye baslarken beynin icinde yarattigi ince cizginin ustunde bir saga bir sola hareket etmektedir kirpi. Kaktusun son mesajlari umudunu kaybettigi an gercekten ne yapmasi gerektigini ilk defa sorgulatmistir ona. Kisa suren bu karamsar ruh haliyle “Ya gercekten yoksa?” sorulari beyninde dolanirken bir anda iyimser bir ruzgar gelir. Tekrar yuzune hafif bir gulumseme oturur. Umut denen yapay bir mutluluk ilacidir bu ruzgari cikaran. Ve sonra tekrar kaktusun soyledikleri gelir aklina... Iste o cizginin uzerinde devamli hareket eder kirpi. Dev okyanuslara uzak olmasina ragmen kirpinin kavurucu collere kadar getirdigi bir gelgit hareketidir bu. Beyninin icindeki kocaman bir “acaba” kelimesidir. Zamanla o da yorulur bu gelgitlerden. Gozunu kisar. Sadece yurumekte oldugu yola ve cevresindeki tehlikelere dikkatini verir. Ne de olsa az kalmistir. Yakinda gelgitler onu cizginin bir tarafinda yalniz birakacak. Icinde acabaya yer kalmayacaktir.

Kirpi ne kadar zaman gectigini animsamaz. Tek bildigi yakayi zor kurtardigi akbabalarin, yilanlarin, tilkilerin sayisi ve kalbinin gurultusunu kulaklarinda hissettigidir. Artik bulusmak istedigi kucuk vaha tirmanmakta oldugu tepenin hemen arkasindadir. Zirveye ulastigi an gormek istedigi manzara gozleri onunde olacaktir. “Cok caba sarfettim. Hakettim... Ama haketmek de nedir ki?” diye mirildanir ve devam eder: “Biraz sonra goreceklerim tek bir degiskene bagli. Bu degiskenin bir degerleriyle, ben kor bir umudu hakediyorum; digeri degeriyle muthis bir odulu hakediyorum? Bu degiskenin degerini kim secmis ki ben neyi hakediyorum?”. Bir kac saniyelik bosluktan sonra devam eder: “Haketmek... Olsa olsa tanridan adalet isteme bicimimiz. Daha otesi degil...” Ve artik kirpi zirveye ulasmistir. Tum manzara gozlerinin onundededir.

Yuzlerce irili ufakli kaktus. Belki binlerce. Neredeyse bir orman kadar sik. Kumlar arasinda Irili ufakli delikler buralarin tek hakiminin yilanlar oldugunu gosterircesine yogun. Ne bir agac, ne bir vaha, ne bir guzel koku, ne bir pinar, ne bir damla su.. Hepsi artik sadece kirpinin beyninindeki resimde yasiyorlar. Umut denen boya ucmaya basladikca resim de kaybolmaya baslar. Kirpi agzini acar birseyler soylemek icin. Kurumus dili bogazina yapismaktadir. Icinden binlerce fikir gecer ama hepsini birlestirip tek bir cumle haline getiremez. Isyan edemez. Cunku o da bilir ki soylenecek tek bir kelime yoktur. Daha fazla ayakta durmak istemez, kendini yere birakir. Eski umudu, yeni kaktus ormanina dogru yuvarlanir. Cok yorgundur. Gozleri kapanir.

Uyandiginda gunes yeni batmaktadir. Kaktuslerin bir tanesinin iyice uzamis olan golgesi onu kapatmistir. Gozlerini acar bir kere daha bakar o tarafa dogru. Manzara karsisinda tepkisiz birkac dakika gecirir. Artik gelgit sona erer. “Acaba” ardindan gelen soru isaretiyle beraber beynini terkeder. Umut ise bu tepkisizligin son saniyesine kadar bekler, terketmez sahibini kolay kolay. Kirpi basini one eger. Bir damla goz yasi suzulur, kumlara karisir. Artik kaptan da gemisini terketmistir. Kirpi sirtini doner, yavas yavas yurumeye baslar. Bir kac damla goz yasi daha karisir kumlara. Birazdan kumlara tek karisan seyin gozyaslari olmadigini hisseder. Kafasini kaldirir. Birkac yagmur bulutu ona eslik ediyordur. Hafif bir yagmur baslamistir. Adimlar agir ve isteksiz atilir. Gecenin karanligi agirdan yaklasmaya baslar.

Son zamanlarinin bu en anlamsiz yolculugu icinde attigi suursuz adimlari bilinc altinda bir tarafa yonlendirilir aslinda. Kendi de biraz kendine geldigi an kendine sordugu ilk soruda bunun nedenini bulur. Evet “ne olursa olsun” onun yanina gidecektir. Adimlari farkinda olmasa da oraya yonlenmistir. Ne olup bittigini anlayabildigi ilk an dostunun siparisi aklina gelir ve aniden asik surati sekil degistirir. “Buralara yillardir yagmur yagmiyordu ve yagiyor iste sonunda!” diye mirildanir icinden gulumser bir yuz ifadesiyle. “Ben bulamasam da iste... “ diye dusunur yuzune oturan agir bir ifadeyle. Mirildanarak devam eder: “Oldu iste bir sekilde. En azindan onun icin..“. ”Ne olursa olsun oraya gitmeliyim simdi. “ der ve adimlarini siklastirir. Bir sure sonra yagmur siddetini arttirmaya baslar.

O gun o kadar cok yagmur yagar ki kavurucu cole serin bir hava coker, tum col yaratiklari yuvalarinda kalmayi tercih ederler, Col tum yabaniligini kaybeder. Kirpi tum yol boyunca camurlasmis kum uzerinde kosturmak icin cabalar. Sukunet icindeki yolculugunun yine ne kadar surdugunu anlayamaz. Dostunun bulundugu tepeye cikarken yoruldugunu hisseder. Son yokusu agir adimlarla asar.

Kaktusun neredeyse her dikenin ucundan birer su damlasi asagi sarkiyordur. Gozleri yarim acik, yuzunde uzgun bir ifadeyle kirpinin son adimlarini bekler. Bu sefer konusmak icin hic sabirli degildir. Kirpi soze baslar:
- Bulamadim...
- Anliyorum...
- Olsun! Sonunda yagmur..
- Evet...
Bu anda kaktusun gozunden bir damla dikenlerinin arasindan suzulmeye baslar. Kirpi bu tablonun karsisinda derin bir yutkunur. Konusmayi dener titrek bir ses tonuyla:
- Dostum.. Artik ikimizin de bir farki kalmadi ya.. Uzulme benim icin lutfen. Iyiyim ben. Daha iyi olacagim.
Kaktus kirpinin gozlerine bakar. Kayitsiz kalir. Kirpi birseyler ters gittigini anlar.
- Hem hani yagmur istiyordun? Susamistin? Niye agliyorsun?
- Susamistim.. Ama unutma. Bana biraz yeterlidir...

Kirpi tekrar saniyeler suren bir sessizlige gomulur. Agzini acmaya yeltenir. Yine bir kelime yoktur dilinin ucuna kadar varan. Yagmur hic durmamacasina devam eder. Kaktus sessizligi bozar:
- Dostum.. Ne olursa olsun..
- Evet??
- Mutluyum.. Tek birsey istemistim.. Ve sen de artik..
- Yoksa????
- Hadi.. Evine donmelisin.. Unutma.
- Peki....

Kirpi bir kez daha sirtini doner bir umuda. Basini one eger. Agir ve suursuz adimlarindan atmaya baslar. Biraz uzaklasinca doner arkasina bakar. Kaktus gozlerini kapatmistir. Tekrar onune doner. Goz yaslari yagmura karisir. Yavas yavas yurumeye baslar.

SON

Kargo – Surgun
------------------------
Ulrich Schnauss – Molfsee
Boards of Canada – Sixtyniner
The Future Sound of London – Everyone in the World is Doing Something Without Me

Thursday, March 6, 2008

karamsar beyin firtinalari

Karamsar bir zaman diliminde bir arkadasimla sanslilik/sanssizlik, umut/umutsuzluk gibi soyut kavramlar uzerine yaptigimiz tartismalar uzerine bu kavramlar icin somut tanimlar getirmeye karar verdim. Maksadim o kavramlari bitmek bilmeyen tartismalara kapatmakti.

Sans: Dogru yerde, dogru zamanda bulunabilme yetisi
Umut: Mendilin kuru kisimlari

Dogrular kombinasyonunu yakaladigina inandigim kisi benim icin sansli olan.
Yakalayamayan ise, bir sekilde o yetiden yoksun olan. Uzulmekte hakli olan?
Gozlerinde yas gormedigim kisinin icinde her zaman bir umut vardir.
Mendilinde kuru bir yer kalmayan ise... Gozlerinin icine bakacagim uzun bir sure. Sonra cebimden yeni ve kuru olan bir tane cikarip ona verecegim.

Porcupine Tree - Sentimental

Sunday, February 24, 2008

dunyanin yuvarlakligini hissetmek

Dunyanin yuvarlakligini fazlasiyla hissettigim su gunlerde yitip giden bir gecmis zaman temennisi. 6 Eylul 2007 tarihinde 13 Agustos 2007 tarihine ithafen yazilmistir.

En son Danimarka uzerinde oldugumu hatirliyorum. 2-3 saatligine gozlerimi yumdugumda neler dusledigimi hatirlamak bile istemiyorum.

Gozlerimi actigimda uzakta bir buzul altimda kocaman bir deniz.
O an aklima geldi benim icin bugun dogmustu atlantik.. Altimda uzanan koskoca bir mavi veya lacivert.
Ve sana bunlarin nasil oldugunu iste bugun anlatacaktim.. Bulutlar cekildi ve artik zamani gelmisti.
Iki kitayi ayiran.. kimilerine gore iki tarafi, tilkilere gore bir bogazi ayiran buyuk bir lacivert.

Binlerce binlerce ust uste gelip yarattigi okyanusun, o kurenin inadina..
Ben Gibbard'in dedigi gibi, dunya eski gunlerdeki gibi dumduz olsa..
Yeterince iyi bir durbun yeterli olurdu sanirim karsidakileri gormeye..
Yurumeye calissam da tukencekti bir bogaz kiyisinda.. Umitsizce..

Death Cab for Cutie - Transatlanticism

Thursday, February 21, 2008

vanilya gokyuzu

Kucukken en buyuk zevkim yukarida havada suzulurken, o bulutlari ulkelere benzetmek. Bir Kanada, bir Amerika, Brezilya... En cok benzetebildiklerim. Sonraki ilk isim annemin kolundan cekistirmek, annemin dunya cografyasi bilgisini sorgulamak.

Simdi ise yagan yagmuru dinlemek olur sanirim. Yukaridan.. Damlalarin olusum ani.. Kucuk kucuk git gide buyuyerek. Dustukleri insanlari incitmeyecek kadar buyuyerek.. Duyamiyorum. Kabul ediyorum. Sanssiz olduguma inaniyorum.

Eluvium - Hymn #1

Thursday, January 31, 2008

bir insani son kez gulumsetmek

Odaya girer girmez gozume carpan ilk ayrinti: Havada asili ters durmus bir sise, sivi dolu. Icinden hava kabaciklari yukari dogru yukseliyor. Onun altinda ise hava dolu ince uzun bir tup. Su damlaciklari ustunden asagi dogru dusuyor. Kendilerince bir simetri yakalamislar gorevlerini tamamlamaya calisiyorlar. Ardindan bir insanin hafizasindan kolayca silemeyecegi bir an: cok yakininizdan, icinizden olan bir insanin artik son gunlerini yasiyor olduguna inandiginiz an. Artik agzindan cikan her kelimenin hic unutulmayacagini anladiginiz an.. ve o yukarda ters duran o simetrinin onu hayatta tutan sey olduguna inandiginiz an...

Belki de cevredeki insanlarin sukunetine bir anlam veremediginiz an!? Insani hayatta kilan en onemli ozelligi ne de olsa: uyum saglamak. ve sonradan her insan gibi ruhsuzlasma ve sukunete erme donemi.. Insan farkina varmayacaktir ama olmeden once goze yansiyan bir film karesidir bu belki de. Ve en anlamli ve en aci gecelerden biri daha yeni baslar.

Uzerinde pek cok sekil gorunen bir ekran var. Yukarida bir sayi, altinda baska bir sayi gorunuyor. Butun gece gozumu ayiramiyorum. Ustteki sayi altakinin 3 kati mi yoksa 4 kati mi diye kendimi kandiriyorum cocukkenki gibi. Ote yandan aci bir goruntuyle beraber acili cagrilara kulak veriyorum. Kazanmis oldugum ruhsuzlugumla ayakta kalmayi basariyorum. Yukardaki simetrinin isleyip islemedigini kontrol ediyorum. Saatlerdir baktigim sayilarin aslinda nabiz ve solunum degerleri oldugunu anliyorum yanindaki sekillerden. Dusuncelere daliyorum..

An itibariyle evlerinde ne ruyalar gorduklerini merak ettigim pek cok insan, o odaya ilk girdigim an sukunetlerine sastigim insanlar. Kimse agzina almak istemese de hepsinin derinliklerinde hissettigi tezati su an onlarla paylastigimi hissediyorum. 2 3 saniye araliklarla baktigim o ekran o sayi oyunlari. En buyuk korkum o sayilarin ayni noktada bulusmasi. Artik birbirinin bir kati olamamasi... Peki ya istedigimiz? Acili cagrilarin derinligimize islediklerinden cikardigimiz kadariyla...? "Yerinde olsaydim..." seklinde baslayan binbir cesit cumle ve aslinda.. bir an once o sayilarin birbirini bulmasi! Acilarin bitmesini istemek, o korkuyla yuzlesmek istemek..

Sabaha dogru ufak da olsa bir gulumseme gordugumu zannettim ve son gorevimi tamamladigimi hissettim..

En kolay yontemimiz en buyuk tezatimiz olmustu. Baska bir secenegimiz de yoktu. O gece korkularimla yuzlesemedim. Ama fazla surmedi..

Ruhu sad olsun..

Secret Garden - Pastorale

Wednesday, January 16, 2008

Yuruyen merdivenin dugmesine basmak

Beklendigi gibi birsey oldu benim icin. Aynen oradaki hayat gibi paldir kuldur giden, nasil gectigine, ne yaptigima, kendimi ne akimina kaptirdigimi anlayamadigim ama bir sekilde gelip gecen 30 kusur gunluk bir sure. Kabataslak olarak boyle gececegini tahmin ediyordum. Ama ilk geldigimde ve dusunme firsati bulabildigim kisa zaman araliklarindaki izlenimlerimi tahmin edebilecegimi hic sanmiyordum. Yasadigim seylerin ufak ayrintilarinin ve anlatmayi cok sevdigim tezatlarin beni alip goturecegi yeri ise cok iyi tahmin ediyordum. Iste burasi..

Koca bir ulus, koca bir millet neden bu kadar sinirlidir ki? Neden bu kadar acele ederiz ki? Ayni ucaga biz de binmeyecek miyiz? Ayni yollardan biz de gecmeyecek miyiz? Umarim sira bana gelmez sapasaglam evime ulasabilirim derken donus yolunda arabada direksiyona geciyorum. Anliyorum sinirlenmenin ne demek oldugunu.

Peki koskoca bir ulke neden bu kadar karamsariz?? Populer oldugunu tahmin ettigim televizyon dizilerinden birine goz gezdiriyorum. Lise hocasi ogrencilerine su soruyu soruyor "ask nedir?" Evet yanitlarin hepsi muhtemelen herhangi bir baska dunya insanin verebileceginden cok daha icten ve samimi. Ama bunlarin hicbiri ask degil, hepsi "karsiliksiz ask"! Holywood'un ask diye bize yutturmaya calistigi seylerden cok daha tatli tanimlar bunlar. Ama hersey bu kadar kotu mu? Peki ya herkes? Peki ya ben napiyorum?

Peki ben neden bu ulkede dusunemiyorum? Neden o akima kaptirdim kendimi? Yuruyen merdiveni ben mi calistirdim? Yoksa ben geldigimde calisiyor muydu? Ufak yasam alanlarini cok sayida insan paylastigi icin mi? Yoksa Insanlar beynindeki ufak alanlara pek cok insan sigdirdigi icin mi? Tavuk mu onceydi yoksa yumurta mi? Tanriya sorsak bir ipucu verir mi dersiniz?

Sordugum sorularin cevabini vermekte fazla gecikmiyorum. Cunku cevaplarin bir parcasini her zaman icimde barindiriyorum oranin bir insani olarak. Ben de trafikte kufrediyorum. Ben de sevgimin tanimini yaparken son satirlari yazmakta zorlaniyorum. Yuruyen merdiveni calistiran kisi ben oluyorum. Ben de o akimin icinde yuzerken son derece mutlu gozukuyorum. O insanlari artik daha iyi anlayabiliyorum. Ben de onlardanim. Her ne kadar benimkinden farkli olsa da bir Amerikali'nin yasadigi aska saygi duyuyorum. Biliyorum ki o bana yakin bir yerde dogsaydi benim gibi asik olacakti.. Iyi bir insana "sen neden iyisin?" sorusunu soramiyorum. Neden kotu bir insana "sen neden kotusun?" diye kizayim? Bir insan neden iyidir peki? Tanrinin tarafinda oldugu icin mi? Yoksa bizim tarafimizda oldugu icin mi? Bir insan neden Turk'tur peki? Turkiye'de dogdugu icin mi? yoksa kendini Turk hissettigi icin mi?

Yakin bir arkadasimin insanlara kadar indirgedigi, ama benim biraz daha sisirdigim elemanlari insan olan kocaman yuvarlaklar. Sema gosteriminde binlerce kume, milyonlarca kesisim kumesi. Hepimizin kafasinda yerlesik, hepimiz benzer cizgileri cekmisiz. Insanlari teker teker yerlestiriyoruz o kumelere evrensel kumenin hepimizi kapsadigini dusunmeden. Hangi kesisimler kumesinde dogduysak oranin insaniyiz gibi davraniyoruz. Cunku pek disariyi sevmiyoruz veya sevdirilmiyoruz. Yapmaya calistigim kafami kaldirip diger kumelere bir goz atmak. Orda ne oldugunu anlamaya calismak. Biraz daha sakin olmak..

Bu tezatlar ulkesinin bir elemani olarak anlatmayi cok sevdigim tezatlarima doneyim istiyorum. Bu sure sanirim bana yeteri kadarini gosterdi..

A Silver Mount Zion - Could've Moved Mountains...

Monday, January 7, 2008

22

Sanslilik ve sanssizlik arasindaki cizginin uzerinden defalarca gectim. Tanriya, rassal degiskenlerine, yuvarlak dunyasina ve okyanuslarina cok defa kizdim. Sonrasinda bu yaziyi yazmam icin beni buraya oturttugu icin tesekkur ettim kendisine.

Bana onu hatirlaticak tek buz kutlesinin Gronland olacagini tahmin ederdim. Uzerinden uctugumuz penguenlerin ayaklarinin altindaki o buyuk beyazlik. Ama yanildigimi farkettim. Uzerinden yururken dusmemek icin birbirimize tutunduk uzun bir sure..

Elinden tutmak isterdim ama yapamadim. O kaygan zeminde dusersek beraber dusecektik.. ve biliyorum ki ikimiz de usuyecektik. Biraktim cebinde kalsin istedim. O da ayni fikirdeydi. Fazla uzak kalmak istemedim, kolundan tuttum ve boylece yeni ayriligimiza geldik. Yine bir yesil gun diye aklimdan gecirdim..

Bu guzel gun ve onun yilbasina gore simetrigi.. Arasindaki birbirinden guzel mantiksizlik oyunlarimiz.. Hic duyulmamis, en tuhaf randevularimiz.. Ve en sonundaki mantikli, en dandik hediyelerimiz.. Ama hani dandik diyince gulumserdik?

Slowdive - Country Rain